Page 329 - Stk 2015 Bildiriler E-Kitap
P. 329
lığını sürdürme sorumluluğu ile de hareket etmelidir. Sakin şehir olmak sadece bir yaşam biçimi
değil aynı zamanda yerel bir kalkınma modelidir. Yerel kalkınmaların finalde bir bütünü etkisi altına
aldığını düşünürsek ağın herbir birleştirici parçası üzerine düşen bilinçle hareket etmelidir. Yerellerin
kendi içlerinde geliştirdikleri kalkınma hareketleri genelde bir bütünün parçalarını oluşturmak üzere
kodlanırlar.
Sakin şehir kavramı, tüketim ve üretimin kendi sınırları içinde dereceli olarak belirlenmesi ile
bütünleşiktir. Tüketim kontrol altında tutulamadığı noktada, çevresel sorunlara yol açması
kaçınılmazdır. Sürdürülebilir kalkınma modelinin temelinde ise, taşıma kapasit elerinin korunması,
kaynakların gereğinden fazlaca harcanmaması ilkesi hakimdir. Yerel halkın ve turistlerin bu konu
doğrultusundaki bilinç düzeyleri arttırılmalı, yapılan tüm tanıtım çalışmaları da bu kapsamda
yürütülmelidir. Sürdürülebilirliğin ekonomik ve sosyo-kültürel boyutları sakin şehirlerdeki kabul
edilebilir sınırdaki yaşam kalitesi adına belirleyici niteliktedir. Bu felsefede, yaşam koşullarının
insanoğluna, süreklilik arz eden bir yaşam sunmayı hedeflediği esasından uzaklaşmamak
gerekmektedir. Gössling, sürdürülebilir bir turizm ancak çevrenin ve ekolojik düzenin dengede
kalması ile mümkün olacaktır. Bu bağlamda çevreci bir yönetim ve planlama anlayışının esas
olduğunu savunur (Gössling, 1999). Aynılaşmış yaşamsal öğeler içerisinde, özgün değerlerle ön plana
çıkan insanın yaşam şartlarının, daha temiz, daha düzenli ve yaşanılası bir ortama kavuşması için de
bir fırsat niteliği taşımaktadır.
Sakin şehir olmanın bir diğer sorumluğu da, o yeri ziyaret eden bir kişinin aslında bir marka
ile karşılaşma arzusudur. Sakin şehir hareketinin şartları ve kriterleri net olarak belirlendiği için,
turistlerin bu anlamda beklenti sınırları da bir nevi çizilmiş olmaktadır. Sürdürülebilir olabilme ilkesi
ile doğrudan örtüşen bir anlayışa da hizmet eder aynı zamanda. Sürdürülebilirliğin birincil koşulu
mevcut olanın korunması olduğu için, hizmetin sınırlandırılması, tüketim kaynaklarının gereğinden
fazla harcanmasına da engel olacaktır. Temel prensip olarak, ziyaretçinin ve yerel halkın kendi
beklenti sınırlarını çizerek, fazlasını hem doğadan hem kendinden istemeyeceği bir formül altyapısı
kurulmalıdır. Gelen ziyaretçilerin sınırlarını belirlemeden önce, yerel halkın bilgilendirilmesi çok
büyük önem taşımaktadır.
Bilinçlendirmenin doğru iletişim kanallarıyla yapılması sürdürülebilir bir yapının da
gereksinimidir. Yapılan çalışmaların bir defalık değil süreklilik arz eden bir süreç içerisinde hem
ziyaretçi, hem yerel halka ulaşması gerekmektedir. Gössling'e göre, uygulanacak tedbir ve koruma
çalışmaları, onu uygulayacak kitle tarafından doğru algılanmadığı sürece havada kalacak olup, zaman
içerisinde yozlaşarak yok olma tehditi ile de karşı karşıya kalacaktır (Gössling, 2012). Bu noktada
iletişimin araçlarından ve iletişimin doğru etkilerinden faydalanmak önem taşır.
315
değil aynı zamanda yerel bir kalkınma modelidir. Yerel kalkınmaların finalde bir bütünü etkisi altına
aldığını düşünürsek ağın herbir birleştirici parçası üzerine düşen bilinçle hareket etmelidir. Yerellerin
kendi içlerinde geliştirdikleri kalkınma hareketleri genelde bir bütünün parçalarını oluşturmak üzere
kodlanırlar.
Sakin şehir kavramı, tüketim ve üretimin kendi sınırları içinde dereceli olarak belirlenmesi ile
bütünleşiktir. Tüketim kontrol altında tutulamadığı noktada, çevresel sorunlara yol açması
kaçınılmazdır. Sürdürülebilir kalkınma modelinin temelinde ise, taşıma kapasit elerinin korunması,
kaynakların gereğinden fazlaca harcanmaması ilkesi hakimdir. Yerel halkın ve turistlerin bu konu
doğrultusundaki bilinç düzeyleri arttırılmalı, yapılan tüm tanıtım çalışmaları da bu kapsamda
yürütülmelidir. Sürdürülebilirliğin ekonomik ve sosyo-kültürel boyutları sakin şehirlerdeki kabul
edilebilir sınırdaki yaşam kalitesi adına belirleyici niteliktedir. Bu felsefede, yaşam koşullarının
insanoğluna, süreklilik arz eden bir yaşam sunmayı hedeflediği esasından uzaklaşmamak
gerekmektedir. Gössling, sürdürülebilir bir turizm ancak çevrenin ve ekolojik düzenin dengede
kalması ile mümkün olacaktır. Bu bağlamda çevreci bir yönetim ve planlama anlayışının esas
olduğunu savunur (Gössling, 1999). Aynılaşmış yaşamsal öğeler içerisinde, özgün değerlerle ön plana
çıkan insanın yaşam şartlarının, daha temiz, daha düzenli ve yaşanılası bir ortama kavuşması için de
bir fırsat niteliği taşımaktadır.
Sakin şehir olmanın bir diğer sorumluğu da, o yeri ziyaret eden bir kişinin aslında bir marka
ile karşılaşma arzusudur. Sakin şehir hareketinin şartları ve kriterleri net olarak belirlendiği için,
turistlerin bu anlamda beklenti sınırları da bir nevi çizilmiş olmaktadır. Sürdürülebilir olabilme ilkesi
ile doğrudan örtüşen bir anlayışa da hizmet eder aynı zamanda. Sürdürülebilirliğin birincil koşulu
mevcut olanın korunması olduğu için, hizmetin sınırlandırılması, tüketim kaynaklarının gereğinden
fazla harcanmasına da engel olacaktır. Temel prensip olarak, ziyaretçinin ve yerel halkın kendi
beklenti sınırlarını çizerek, fazlasını hem doğadan hem kendinden istemeyeceği bir formül altyapısı
kurulmalıdır. Gelen ziyaretçilerin sınırlarını belirlemeden önce, yerel halkın bilgilendirilmesi çok
büyük önem taşımaktadır.
Bilinçlendirmenin doğru iletişim kanallarıyla yapılması sürdürülebilir bir yapının da
gereksinimidir. Yapılan çalışmaların bir defalık değil süreklilik arz eden bir süreç içerisinde hem
ziyaretçi, hem yerel halka ulaşması gerekmektedir. Gössling'e göre, uygulanacak tedbir ve koruma
çalışmaları, onu uygulayacak kitle tarafından doğru algılanmadığı sürece havada kalacak olup, zaman
içerisinde yozlaşarak yok olma tehditi ile de karşı karşıya kalacaktır (Gössling, 2012). Bu noktada
iletişimin araçlarından ve iletişimin doğru etkilerinden faydalanmak önem taşır.
315