Page 206 - Stk 2015 Bildiriler E-Kitap
P. 206
italist üretim tarzını ortaya çıkarmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde, mevcut piyasa sisteminin
(kapitalist uzam) dışında kalan (kapitalist olmayan) uzamları, “piyasalaştırma” amacına yönelik olarak
yeni bir evreye girmiştir. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar süren, tekelci kapitalizm olarak
adlandırılan bu evre, sermayenin ulusal sınırları aşmaya çalıştığı, bunun için, yeni mekânlar keşfetmek
zorunda olduğu emperyalist evredir. Piyasa kapitalizmi dönemi, 1970‟den itibaren neoliberal
politikaların yürürlüğe girdiği, üreticilerin tüketici yönelimli olduğu ve tüketicilerin egemenliğindeki
post-fordist üretim/tüketim tarzına doğru evrilmiştir. Kapitalizmin bu yeni evresi, geç kapitalizm
olarak adlandırılan ve yayılımı her zamandakinden daha geniş ve farklı alanlara doğru yapan yeni
birikim modelidir (Jameson, 2011; Harvey, 2012; Urry, 1999: 206). Geç kapitalizm evresinin çıktısı
olarak neoliberalizm; sermaye birikim problemini, toprağın metalaşması ve özelleştirilmesi sonucunda
(köylü nüfusun topraklarından sürülmesi), başka bir deyişle, toprak gibi kaynakların devlet eliyle
metalaştırılarak piyasaya açılması ve sermaye birikimi için yeni sahalar açılması gerekliliğini ifade
eder. Bu yayılım, doğanın giderek metalaştırılması sürecini hızlandırdığından çevresel değerlerin zarar
görmesinde hiçbir engel tanımamaktadır. Ne ki, kapitalizmin doğaya verdiği tahribat ancak, 20.
yüzyılın ikinci yarısından sonra anlaşılabilmiştir.
1950‟lerde belirgin bir şekilde hava ve toprak kirliliği sonucu kitlesel ölümlerin yaşanması3,
dikkatleri çevre sorunları ile ilişkili çalışmalara yöneltmiştir. 1970‟lerle birlikte çevre sorunlarının
küresel boyutlara ulaştığı, kamuoyunca bilinir hale gelmiştir. 1970‟lere kadar, doğal kaynakların sabit
mal olduğu düşünülürken, 1970‟lerden sonraki toplumsal imgelem, ağırlıklı olarak “doğanın
çökeceği, dünya üzerindeki bütün yaşamın duracağı öngörüsünü” taşımaya başlamıştır (Zizek, 2013:
7). Ekolojik sorunların fark edilişi, doğanın yeniden tanımlanmasına yol açmış, buna karşın, üretim
tarzı, yeni teknikler ve söylemler geliştirmeye çalışarak bu duruma uyum sağlamaya çalışmıştır.
Bunun sonucunda alanyazında, iki farklı görüşün tartışılmaya başlandığı söylenebilir. Bu çalışmada,
iki farklı görüş, ekonomizm ve ekolojizm olarak ayrılmakta, ayrıca, ekonomizm ve ekolojizm dışında
bir de toplumsalın dengeli bir şekilde sürdürülebilmesini ifade eden toplumsal boyutun önemine vurgu
yapılmaktadır (Harris, 2000; Öztürk, 2007: 102-112).
Ekonomist görüş (ekonomizm), doğaya ondan sürekli yeni mal ve hizmetler üretilmesi
gereken ve “çevre malları” (ya da doğal kapital) gözüyle değerlendiren bir yaklaşımdır. Bu
yaklaşımda, çevre sorunları dışsal bir sorun olarak çerçevelenmekte ve doğa koruma, “çevre dostu”
bir anlayışla ele alınmaktadır (Keleş, 1998; Keleş vd., 2012). Çevre ile ekonomi arasındaki ilişkiye
vurgu yapan bu görüşün, a) ekonomik faaliyetlerin çevre sorunlarına etkisi ve b) çevre sorunlarına
karşı uygulanması gereken faaliyetlerin ekonomik maliyetleri biçiminde özetlenebilecek iki temel
problemi vardır.
3 Sözgelimi, 1952 yılında bir hafta içerisinde Londra’da 4000’den fazla insanın hava kirliliğinden dolayı hayatını
kaybetmesi.
192
(kapitalist uzam) dışında kalan (kapitalist olmayan) uzamları, “piyasalaştırma” amacına yönelik olarak
yeni bir evreye girmiştir. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar süren, tekelci kapitalizm olarak
adlandırılan bu evre, sermayenin ulusal sınırları aşmaya çalıştığı, bunun için, yeni mekânlar keşfetmek
zorunda olduğu emperyalist evredir. Piyasa kapitalizmi dönemi, 1970‟den itibaren neoliberal
politikaların yürürlüğe girdiği, üreticilerin tüketici yönelimli olduğu ve tüketicilerin egemenliğindeki
post-fordist üretim/tüketim tarzına doğru evrilmiştir. Kapitalizmin bu yeni evresi, geç kapitalizm
olarak adlandırılan ve yayılımı her zamandakinden daha geniş ve farklı alanlara doğru yapan yeni
birikim modelidir (Jameson, 2011; Harvey, 2012; Urry, 1999: 206). Geç kapitalizm evresinin çıktısı
olarak neoliberalizm; sermaye birikim problemini, toprağın metalaşması ve özelleştirilmesi sonucunda
(köylü nüfusun topraklarından sürülmesi), başka bir deyişle, toprak gibi kaynakların devlet eliyle
metalaştırılarak piyasaya açılması ve sermaye birikimi için yeni sahalar açılması gerekliliğini ifade
eder. Bu yayılım, doğanın giderek metalaştırılması sürecini hızlandırdığından çevresel değerlerin zarar
görmesinde hiçbir engel tanımamaktadır. Ne ki, kapitalizmin doğaya verdiği tahribat ancak, 20.
yüzyılın ikinci yarısından sonra anlaşılabilmiştir.
1950‟lerde belirgin bir şekilde hava ve toprak kirliliği sonucu kitlesel ölümlerin yaşanması3,
dikkatleri çevre sorunları ile ilişkili çalışmalara yöneltmiştir. 1970‟lerle birlikte çevre sorunlarının
küresel boyutlara ulaştığı, kamuoyunca bilinir hale gelmiştir. 1970‟lere kadar, doğal kaynakların sabit
mal olduğu düşünülürken, 1970‟lerden sonraki toplumsal imgelem, ağırlıklı olarak “doğanın
çökeceği, dünya üzerindeki bütün yaşamın duracağı öngörüsünü” taşımaya başlamıştır (Zizek, 2013:
7). Ekolojik sorunların fark edilişi, doğanın yeniden tanımlanmasına yol açmış, buna karşın, üretim
tarzı, yeni teknikler ve söylemler geliştirmeye çalışarak bu duruma uyum sağlamaya çalışmıştır.
Bunun sonucunda alanyazında, iki farklı görüşün tartışılmaya başlandığı söylenebilir. Bu çalışmada,
iki farklı görüş, ekonomizm ve ekolojizm olarak ayrılmakta, ayrıca, ekonomizm ve ekolojizm dışında
bir de toplumsalın dengeli bir şekilde sürdürülebilmesini ifade eden toplumsal boyutun önemine vurgu
yapılmaktadır (Harris, 2000; Öztürk, 2007: 102-112).
Ekonomist görüş (ekonomizm), doğaya ondan sürekli yeni mal ve hizmetler üretilmesi
gereken ve “çevre malları” (ya da doğal kapital) gözüyle değerlendiren bir yaklaşımdır. Bu
yaklaşımda, çevre sorunları dışsal bir sorun olarak çerçevelenmekte ve doğa koruma, “çevre dostu”
bir anlayışla ele alınmaktadır (Keleş, 1998; Keleş vd., 2012). Çevre ile ekonomi arasındaki ilişkiye
vurgu yapan bu görüşün, a) ekonomik faaliyetlerin çevre sorunlarına etkisi ve b) çevre sorunlarına
karşı uygulanması gereken faaliyetlerin ekonomik maliyetleri biçiminde özetlenebilecek iki temel
problemi vardır.
3 Sözgelimi, 1952 yılında bir hafta içerisinde Londra’da 4000’den fazla insanın hava kirliliğinden dolayı hayatını
kaybetmesi.
192