Page 207 - Stk 2015 Bildiriler E-Kitap
P. 207
İkinci görüş olan ekolojizm ise, 19. yüzyılla birlikte insanlarca üretilmiş çevresel sorunlara
çözüm getirme uğraşı olarak tarif edilebilir. Bu görüşün temelinde, doğanın kendini
yenileyebilmesinin sınırları ön plana çıkarılmaktadır. Ekolojizme göre, tahribat, bu sınırın aşılması
nedeniyle gerçekleşmektedir. Buna karşı ekolojizm, “doğanın mantığı”na uygun hareket edilmesi
gerekliliğine dayanır.4.
2. EKONOMİZM VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Çevre sorunlarına ekonomi temelli bakış açısı, 20. yüzyılın son çeyreğine girilmesiyle, mevcut
kalkınma modelinin ekolojik, iktisadi, toplumsal ve politik gelişmelere yeterli ol(a)madığı, bu yüzden
yeni gelişmelerin bir gereksinimi sonucu kalkınmaya sürdürülebilirlik ifadesinin eklendiği tezini
hakim kılmıştır (Kayıkçı, 2012: 13). 2. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaş dönemi başlamışken,
ABD hegemonyasının güçlenme arzusu, dünyada kalkınma politikalarının (1929 krizinden sonra
ABD‟deki devletin etkin rol oynadığı New Deal programına benzer şekilde) gündeme taşınmasına yol
açmıştır. Kalkınma politikaları, özellikle savaşta yoksullaşan Batı Avrupa ülkelerinin, ABD tarafından
verilen desteklenmesiyle uygulama alanı bulmuştur. Daha sonrasında, azgelişmiş ülkelerin de
kalkınma politikalarını uygulamaya koymasıyla devlet eliyle kalkınma çağı son halini almıştır (Esteva,
2007). 1970‟lerden sonra ise, mevcut üretim sisteminin sorgulanması ve devletin piyasaya aşırı
müdahalesi bahanesiyle klasik kalkınma anlayışı yetersiz görülerek sorgulanmaya başlamıştır. Bu
durumun sorgulanması, özellikle devletin etkinliğini sürdürdüğü azgelişmiş ülkelerde, kalkınma
politikaları başarısızlığa uğramış ve yoksulluk gibi sorunlar giderilmesi gerekirken, daha da
derinleşmesi iddiasından hareket etmektedir (Öztürk, 2007; Harvey, 2012). Başka bir deyişle o
dönemki temel iddia, devletin piyasaya müdahalesinin olmadığı, piyasa eliyle yürütülebilecek yeni bir
kalkınma modeline geçilmesi gerekliliğiydi. Bunun paralelinde, çevre sorunlarının küreselleşmesi ve
artık gizlenemeyecek noktaya gelmesiyle birlikte sürdürülebilir kalkınma modeli uygun görülmeye
başlandı. Kısaca, 1970‟ler sonrasındaki bu geçiş, Keynesyen maliye politikalarının uygulandığı devlet
eliyle yürütülen klasik kalkınma modellerinden devletin etkinliğinin azaltıldığı neoliberal politikaların
işlevlik kazandığı sürdürülebilir kalkınma politikalarının uygulanmasıyla belirginleşti. Ayrıca, çevre
sorunlarının küreselleşmesi ve azgelişmiş ülkelerdeki yoksulluk sorununun derinleşmesiyle yeni
kalkınma modeli son şeklini almış oldu. Nitekim toplumda popülerleşen çevresel imgelem öngörüsü,
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren mevcut üretim tarzının devamlılığını sağlayabilmek adına
kalkınma stratejilerine, herhangi bir şeyin varlığını sürdürerek yenilenebilme özelliğinin korunmasını
ifade eden „sürdürülebilirlik‟ kavramını ekletmiştir.5
4 Ekolojizm, isminden de anlaşılacağı gibi, çevrecilikten (çevre korumacılık) farklı olarak ideoloji niteliği
taşımaktadır. Dolayısıyla çözüm önerileri, mevcut sistemi reforme etmekten çok radikal öğeler barındırır.
Ayrıntılı bilgi bkz. (Çoban, 2002; Şahin, 2003).
5 İlk kez 1972’de Stockholm Çevre Konferansı’nda çevreyi dışlamayan kalkınma kavramına değinilmiştir. Çevreyi
dışlamayan kalkınma anlayışı çerçevesinde daha sonra sürdürülebilir kalkınma kavramı, 1980 yılında Dünya
Koruma Birliği (WCU) tarafından basılan strateji metninde değinilmiş ve Birleşmiş Milletler’in 1987’de
193
çözüm getirme uğraşı olarak tarif edilebilir. Bu görüşün temelinde, doğanın kendini
yenileyebilmesinin sınırları ön plana çıkarılmaktadır. Ekolojizme göre, tahribat, bu sınırın aşılması
nedeniyle gerçekleşmektedir. Buna karşı ekolojizm, “doğanın mantığı”na uygun hareket edilmesi
gerekliliğine dayanır.4.
2. EKONOMİZM VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Çevre sorunlarına ekonomi temelli bakış açısı, 20. yüzyılın son çeyreğine girilmesiyle, mevcut
kalkınma modelinin ekolojik, iktisadi, toplumsal ve politik gelişmelere yeterli ol(a)madığı, bu yüzden
yeni gelişmelerin bir gereksinimi sonucu kalkınmaya sürdürülebilirlik ifadesinin eklendiği tezini
hakim kılmıştır (Kayıkçı, 2012: 13). 2. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaş dönemi başlamışken,
ABD hegemonyasının güçlenme arzusu, dünyada kalkınma politikalarının (1929 krizinden sonra
ABD‟deki devletin etkin rol oynadığı New Deal programına benzer şekilde) gündeme taşınmasına yol
açmıştır. Kalkınma politikaları, özellikle savaşta yoksullaşan Batı Avrupa ülkelerinin, ABD tarafından
verilen desteklenmesiyle uygulama alanı bulmuştur. Daha sonrasında, azgelişmiş ülkelerin de
kalkınma politikalarını uygulamaya koymasıyla devlet eliyle kalkınma çağı son halini almıştır (Esteva,
2007). 1970‟lerden sonra ise, mevcut üretim sisteminin sorgulanması ve devletin piyasaya aşırı
müdahalesi bahanesiyle klasik kalkınma anlayışı yetersiz görülerek sorgulanmaya başlamıştır. Bu
durumun sorgulanması, özellikle devletin etkinliğini sürdürdüğü azgelişmiş ülkelerde, kalkınma
politikaları başarısızlığa uğramış ve yoksulluk gibi sorunlar giderilmesi gerekirken, daha da
derinleşmesi iddiasından hareket etmektedir (Öztürk, 2007; Harvey, 2012). Başka bir deyişle o
dönemki temel iddia, devletin piyasaya müdahalesinin olmadığı, piyasa eliyle yürütülebilecek yeni bir
kalkınma modeline geçilmesi gerekliliğiydi. Bunun paralelinde, çevre sorunlarının küreselleşmesi ve
artık gizlenemeyecek noktaya gelmesiyle birlikte sürdürülebilir kalkınma modeli uygun görülmeye
başlandı. Kısaca, 1970‟ler sonrasındaki bu geçiş, Keynesyen maliye politikalarının uygulandığı devlet
eliyle yürütülen klasik kalkınma modellerinden devletin etkinliğinin azaltıldığı neoliberal politikaların
işlevlik kazandığı sürdürülebilir kalkınma politikalarının uygulanmasıyla belirginleşti. Ayrıca, çevre
sorunlarının küreselleşmesi ve azgelişmiş ülkelerdeki yoksulluk sorununun derinleşmesiyle yeni
kalkınma modeli son şeklini almış oldu. Nitekim toplumda popülerleşen çevresel imgelem öngörüsü,
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren mevcut üretim tarzının devamlılığını sağlayabilmek adına
kalkınma stratejilerine, herhangi bir şeyin varlığını sürdürerek yenilenebilme özelliğinin korunmasını
ifade eden „sürdürülebilirlik‟ kavramını ekletmiştir.5
4 Ekolojizm, isminden de anlaşılacağı gibi, çevrecilikten (çevre korumacılık) farklı olarak ideoloji niteliği
taşımaktadır. Dolayısıyla çözüm önerileri, mevcut sistemi reforme etmekten çok radikal öğeler barındırır.
Ayrıntılı bilgi bkz. (Çoban, 2002; Şahin, 2003).
5 İlk kez 1972’de Stockholm Çevre Konferansı’nda çevreyi dışlamayan kalkınma kavramına değinilmiştir. Çevreyi
dışlamayan kalkınma anlayışı çerçevesinde daha sonra sürdürülebilir kalkınma kavramı, 1980 yılında Dünya
Koruma Birliği (WCU) tarafından basılan strateji metninde değinilmiş ve Birleşmiş Milletler’in 1987’de
193