Page 167 - Stk 2015 Bildiriler E-Kitap
P. 167
sosyal adalet için, her SK politikasının hem yerel, ulusal ve evrensel, hem de sektörel ölçeklerde ayrı
ayrı düşünülüp hazırlanması gerekir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
İlk defa 1972’de gündeme gelen SK kavramının neredeyse yarım yüzyılı bulan felsefi, politik ve
pratik gelişimi boyunca, ilginç bir şekilde, kavramın özünde hiç bir değişim yaşanmamıştır. İnsan-
merkezli, doğayı, insanın kişisel ve toplumsal; ekonomik ve sosyolojik gelişimi için bir kaynak olarak
kabul etmenin yanı sıra, insanın bu kaynakları kullanması zorunluluğu ama en azından daha dikkatli ve
akılcı olması gerekliliği, yani kaynaklar üzerindeki kontrolün dolayısıyla doğanın sömürüsünün devam
etmesi ve bunun kapitalist bir anlayışla yapılması, sanayileşmenin, ekonomik büyümenin sürekli devam
ettirilmesinin önemi, sürdürülebilir kalkınma çalışmalarında hiç bir zaman değişmemiştir. Değişen tek şey
kalkınmanın sosyal boyutunun giderek ihmal edilmesi olmuştur.
Sürdürülebilir kalkınma işte tam da bu yüzden sürdürülemez. Her şeyden önce, doğa, insanın
emrine verilmiş bir kaynak değildir. İnsan da doğadaki her canlıyla eşit yasama hakkına sahiptir, doğal
kaynaklar üzerinde insan da diğer canlılarla aynı haklara sahiptir. Gerek sanayileşme, gerekse kentleşme
ile insanlar başka canlıların yaşam alanlarına yayılmakta, onların kaynaklarını sahiplenmektedir. Üstelik
SK adı altında sanayileşme, kentleşme ve ekonomik büyümenin arttırılması ve özendirilmesi, bu yayılma
ve sahiplenmeyi teşvik etmektedir.
İkinci olarak, SK’nın çevrenin daha iyi korunmasının ekonomik kalkınmanın sağlanması ve
sanayileşmenin arttırılması yoluyla sağlanabileceği argümanı çok risklidir. Özellikle rakamsal göstergeler
üzerinden değerlendirilen ekonomik kalkınma, daha fazla üretim ve daha fazla tüketimi gerektirir. Daha
fazla üretim ve tüketim, daha fazla kaynak kullanımı ve daha fazla atık demektir ki her ikisi de çevrenin
korunmasını sağlamaz tam tersine, çevreye verilen tahribatın artması anlamına gelir.
Üçüncü olarak, ekonomik kalkınma ve sanayileşmenin ön plana çıkarılmasının sonucunda, SK’nın
sosyal, politik ve kültürel kalkınma ayakları eksik kalmaktadır. Ekonomik olarak gelişmiş ve sanayileşmiş
olan toplumlar da bu gelişmelerin kendiliğinden olacağı ilizyonu yanlıştır.
SK sadece ekonomik hedefleri olan bir kavram değildir. Arzu edildiği gibi kalkınmanın
sürdürülebilir olması için sosyal kalkınmanın yani toplumsal refah ve eşitliğin de sağlanması gerekir. Aksi
takdirde ekonomik kalkınma belli devletlerde veya devletlerin belli kesimlerinde toplanacak, bu
adaletsizlik ve eşitsizlik eninde sonunda ulusal ve uluslararası çatışmalara sebep olacaktır. Bu sebeple her
türlü SK politikası ve planı, sosyal refahı da içerecek şekilde yeniden planlanmalıdır.
153
ayrı düşünülüp hazırlanması gerekir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
İlk defa 1972’de gündeme gelen SK kavramının neredeyse yarım yüzyılı bulan felsefi, politik ve
pratik gelişimi boyunca, ilginç bir şekilde, kavramın özünde hiç bir değişim yaşanmamıştır. İnsan-
merkezli, doğayı, insanın kişisel ve toplumsal; ekonomik ve sosyolojik gelişimi için bir kaynak olarak
kabul etmenin yanı sıra, insanın bu kaynakları kullanması zorunluluğu ama en azından daha dikkatli ve
akılcı olması gerekliliği, yani kaynaklar üzerindeki kontrolün dolayısıyla doğanın sömürüsünün devam
etmesi ve bunun kapitalist bir anlayışla yapılması, sanayileşmenin, ekonomik büyümenin sürekli devam
ettirilmesinin önemi, sürdürülebilir kalkınma çalışmalarında hiç bir zaman değişmemiştir. Değişen tek şey
kalkınmanın sosyal boyutunun giderek ihmal edilmesi olmuştur.
Sürdürülebilir kalkınma işte tam da bu yüzden sürdürülemez. Her şeyden önce, doğa, insanın
emrine verilmiş bir kaynak değildir. İnsan da doğadaki her canlıyla eşit yasama hakkına sahiptir, doğal
kaynaklar üzerinde insan da diğer canlılarla aynı haklara sahiptir. Gerek sanayileşme, gerekse kentleşme
ile insanlar başka canlıların yaşam alanlarına yayılmakta, onların kaynaklarını sahiplenmektedir. Üstelik
SK adı altında sanayileşme, kentleşme ve ekonomik büyümenin arttırılması ve özendirilmesi, bu yayılma
ve sahiplenmeyi teşvik etmektedir.
İkinci olarak, SK’nın çevrenin daha iyi korunmasının ekonomik kalkınmanın sağlanması ve
sanayileşmenin arttırılması yoluyla sağlanabileceği argümanı çok risklidir. Özellikle rakamsal göstergeler
üzerinden değerlendirilen ekonomik kalkınma, daha fazla üretim ve daha fazla tüketimi gerektirir. Daha
fazla üretim ve tüketim, daha fazla kaynak kullanımı ve daha fazla atık demektir ki her ikisi de çevrenin
korunmasını sağlamaz tam tersine, çevreye verilen tahribatın artması anlamına gelir.
Üçüncü olarak, ekonomik kalkınma ve sanayileşmenin ön plana çıkarılmasının sonucunda, SK’nın
sosyal, politik ve kültürel kalkınma ayakları eksik kalmaktadır. Ekonomik olarak gelişmiş ve sanayileşmiş
olan toplumlar da bu gelişmelerin kendiliğinden olacağı ilizyonu yanlıştır.
SK sadece ekonomik hedefleri olan bir kavram değildir. Arzu edildiği gibi kalkınmanın
sürdürülebilir olması için sosyal kalkınmanın yani toplumsal refah ve eşitliğin de sağlanması gerekir. Aksi
takdirde ekonomik kalkınma belli devletlerde veya devletlerin belli kesimlerinde toplanacak, bu
adaletsizlik ve eşitsizlik eninde sonunda ulusal ve uluslararası çatışmalara sebep olacaktır. Bu sebeple her
türlü SK politikası ve planı, sosyal refahı da içerecek şekilde yeniden planlanmalıdır.
153